Öne Çıkan Yayın

ANNEM HER YERDE

ANNEM HER YERDE                 Günümüz toplumunda ölüm tabu olan konulardan biri. Hem yetişkinler hem çocuklar için. Oysa Avustury...

27 Şubat 2019 Çarşamba

RENKLERİNİ KAYBEDEN ŞEHİR



RENKLERİNİ KAYBEDEN ŞEHİR

Vakitlerden birinde, şehirlerin birinde Güneş adında küçük bir çocuk yaşarmış. Çocuğun yanakları al al, gözleri ışık ışıkmış. Aslında bu şehrin kendisi rengârenkmiş. Yeşilli, morlu ağaçlar süslermiş sokakları. Parklarda çocuklar oynasın diye turuncudan kırmızıya kaydıraklar, salıncaklar ve çeşit çeşit oyuncaklar bulunurmuş. Güneş en çok parkları severmiş bu şehirde. Salıncaklarla göğe yükselir, kaydıraktan kayarken sevinç çığlıkları atarmış. Ama en çok da parktaki sokak köpekleriyle koşmaca oynamayı severmiş. Bu şehirde çocukların en iyi dostu, sokak köpekleriymiş.

Gel zaman, git zaman, nereden çıktıkları bilinmez, yüzleri hiç gülmeyen adamlar gelmişler şehre.  Bu adamlar baştan aşağı kapkara giyiniyormuş. Yüzleri de kıyafetleri gibi karanlıkmış. Zamanla her yeri sarar olmuşlar; ruhları da yüzleri gibi karanlık olduğundan her yeri karanlık renklere büründürmüşler. Tüm sokak başlarını, tüm meydanları, hatta parkları…  Güneş en çok buna üzülüyormuş. Artık parklarda güneşten süzülen ışığı içine çekemiyor; köpekleri besleyemiyor, onlarla oynayamıyormuş. Bu adamlar sokak köpeklerine de düşmanmış çünkü. Eskiden, mahallenin çocuklarını toplayıp, sokak köpeklerini de peşine takıp ailesi onu aramaya çıkana kadar eve gelmiyormuş Güneş. Ama şimdi bir pencereye hapsolmuş. Penceresinden de sadece gri evleri görebiliyormuş. Evlerin de renkleri şehre gelen bu adamlar gibi kasvetliymiş. Zaten onlar geldiğinden beri her şey hızla renklerini yitiriyor; güzelim şehir siyaha ve griye boyanıyormuş. Herkesin teni, gözleri, kıyafetleri hızla soluyor; herkes aynı karanlık renklere bürünüyormuş.

Çocuklar hariç… Yalnız çocukların renkleri solmamış. Morlar, maviler, kırmızılar, yeşiller, sarılar… Bu kasvete inat çeşit çeşit renk… Ama şehri renklendirmeye, büyüklerin yüreklerini ısıtmaya, onlara neşe olmaya güçleri yetmiyormuş. Şehri boğucu bir nem gibi kaplayan kasvet her geçen gün büyüyor, çocukların dışında kimsenin yüzü gülmüyor, herkes birbirine nefretle bakıyormuş.
Bir sabah penceresinde bir kuş görmüş Güneş. Parıl parıl, rengârenk bir kuşmuş bu! Güneş çok heyecanlanmış.
“Günaydın” demiş kuşa.
Kuş, “Günaydın!” diye yanıtlamış.
“Ne kadar güzel renklerin var senin!”
Gerçekten de kuşun göz alıcı renkleri varmış. Gövdesi altın renginde, kanatları ise rengârenkmiş. Mavi, sarı, pembe, mor… İnsanın içini sevinçle dolduruyormuş bu renkler.
 “Teşekkür ederim” demiş kuş, kanadıyla Güneş’i selamlayarak.
“Ne güzel oldu gelmen” demiş Güneş. “Bu şehirde her şey kopkoyu. Hâlbuki senin ne kadar canlı renklerin var. Baktıkça içim sevinçle doluyor.”
Kuş gülümsemiş; “Kim bilir, belki her şey yeniden renklenir”
“Nasıl olacak ki o” diye sormuş Güneş umutsuzlukla.
Kuş:
“Şimdi seninle bir gezintiye çıkacağız” deyip Güneş üstüne binsin diye eğilmiş.
Güneş ile kuş binaların, ağaçların, parkların, insanların üzerinden uçmuşlar; şehri seyre koyulmuşlar. Şehrin halini böyle daha açık gören Güneş çok üzülmüş;
“Ah” demiş kuşa. “Herkes somurtuyor; kimsede neşe kalmamış.”.
Güneş’in üzülmesine dayanamayan kuş:
“Dur bakalım,” demiş. “Belki değişiverir her şey”.
Kuş yavaş yavaş alçalmış; bir evin damına konmuş. Birden tüm evler çeşit çeşit renklere boyanmış. Kimisi pembe olmuş, kimisi yeşil, kimi de sarı... Rengârenk evlerin damlarına leylekler konmuş, beraberlerinde getirdikleri çalı çırpı ve dallarla yuvalarını yapmaya koyulmuşlar.
Güneş çok heyecanlanmış; bir sevinç çığlığı koparmış.
Kuş gülmüş, kanatlarını biraz daha açmış.  Kuşla Güneş sevinçle uçmaya devam etmişler. Bir parkın üzerine geldiklerinde, kuş alçalmış, kanadıyla kuru bir dala dokunmuş. Kuşun kanadı dala değer değmez önce kanadın dokunduğu ağaç, sonra tüm ağaçlar yeşilin her tonuna bürünmüş; çeşit çeşit çiçek açmış; ıhlamurlar, bademler, kirazlar…
Güneş sevinçle bağırmış:
“Harika!”
“Daha bitmedi ki!” demiş kuş. Ve kanatlarını hızlıca açıp daha da havalanmış.

Biraz uçtuktan sonra kalabalık bir meydana gelmişler. Kuş Güneş’e “Sıkı tutun” demiş, sonra kanatlarını hızlı hızlı çırpmaya başlamış. Daha hızlı, daha hızlı! Etrafı pembeli, morlu, yeşilli bir hale sarmış. Güneş bir de ne görsün! Bu renk cümbüşü etrafı sardıkça tüm insanların renkleri ortaya çıkıvermiş. Gözlerinin, saçlarının, tenlerinin rengi… Kimininki kumral, kiminin sarışın, kimininki esmer…  Mavi gözler, yeşil gözler, kestane gözler, zeytin karası gözler… Kızılın, sarının, kumralın, siyahın her tonunda saçlar… Bununla da kalmamış; insanların üstleri başları da çeşit çeşit renge boyanmış. Griler, siyahlar kaybolmuş. İnsanlar önce şaşkınlıkla birbirlerine bakmışlar, sonra da gülümsemeye başlamışlar. Bir kadın kırmızı elbisesinin eteklerini tutarak sevinçle etrafında dönüyormuş. Bir adam mavi şapkasını elinde tutarak mutlulukla gülüyormuş. Neşelenen insanlar birbirleriyle konuşmaya, sohbet etmeye, şakalaşmaya başlamışlar.

Bu durumdan yalnız şu karanlık adamlar memnun olmamış. Bu renk cümbüşüne dayanamamışlar.  “Bu renkler bizim gözlerimizi kör edecek” diye konuşmuşlar aralarında. Şehri kaçarak terk etmişler.
Kuşla Güneş ise mutlu mutlu eve dönmüşler.
“Sevgili arkadaşım” demiş kuş Güneş’e, “Artık bu şehirde dilediğin gibi gezebilir, parklarda istediğin gibi oynayabilirsin. Fakat şimdi ayrılma vakti” …
Güneş’in gözleri dolmuş;
“Gitmesen olmaz mı?” diye sormuş.
“Ben şehirlerde yaşayamam ki” diye yanıtlamış kuş. “Benim evim dağların ardıdır”.
Güneş boynunu bükmüş; “Tekrar gelecek misin?”
Kuş, “Bilmem ki” demiş. “Ama ben gelmesem de siz çocuklar her sabah güneş doğar doğmaz renk renk dokuyun bu şehri olur mu?”.
Bu kuş, efsanevi Zümrüdüanka kuşuymuş. İyiliksever, kanatlarının bir dokunuşuyla kötülükleri defeden mucizevi kuş… İnsanları, ama en çok da çocukları seven Zümrüdüanka kuşu… Bir gün olur siz de onunla karşılaşırsanız Güneş’ten selam söyleyin olur mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder